Kısırlık, günümüzde çok yaygın bir problem ve modern yaşamın sağlıksız koşulları dolayısıyla her geçen gün kısırlık vakaları artmaktadır. Doğal yolla gebelik elde edememe durumu söz konusu olduğunda kısırlıkların yaklaşık % 40’ı kadından, diğer % 40’ı erkekten, % 15’i her ikisinden kaynaklanmaktadır. Geriye kalan son % 5’lik dilimde ise sorunun kimden ya da neyden kaynaklandığı tespit edilememektedir. Kadınlarda kısırlığa sebep olan etkenlerin başında yumurta rezervinin az olması gelirken, sonrasında yumurtlama bozuklukları, hormonsal sorunlar, üreme organlarıyla ilgili anatomik bozukluklar, üreme organlarında meydana gelen kist, miyom türü oluşumlar, bazı hastalıklar sıralanabilmektedir. Bu bağlamda aslında kadınların çocuk sahibi olup olamayacaklarını veya ne zamana kadar çocuk sahibi olabileceklerini etkileyen en önemli faktör doğuştan getirdikleri ve sonrasında yaşam ve sağlık koşullarına göre değişen yumurtalık rezervleridir.
Yumurta rezervi nedir, neye göre değişir?
Toplumda sıkça karşılaşıldığı üzere, bazı kadınlar 40 yaşından sonra bile doğal yolla anne olabiliyorken, bazıları da 30’lu yaşlarda menopoza girebiliyor ya da yumurta rezervi çok azaldığı için gebelik için üremeye yardımcı tedavilere ihtiyaç duyabiliyor. Bilindiği üzere, kadınlar henüz anne rahminde bir bebekken tüm yaşamları boyunca kullanacakları ve üreme yetilerini belirleyen yumurtalar gelişir ve onlarla birlikte doğar. Doğumdan sonra yeni bir yumurta üretimi gibi bir şey söz konusu olmaz. Kadının yumurtalıkları içindeki yumurtaların ilerleyen yaşla birlikte azalması normal ve fizyolojik bir süreçtir, bunu engelleyebilmek mümkün değildir. Şöyle ki; bir kız bebeğin annesinin rahminde 5 aylıkken sahip olduğu yumurta sayısı yaklaşık 6 -7 milyon kadarken, bu sayı doğuma birlikte 1- 2 milyona kadar düşmektedir. Bu şekilde çocukluk çağında yavaş yavaş azalarak bir süreç izler. Ergenliğe girişle birlikte ayda bir yumurta yumurtlamak suretiyle bu azalma menopoza kadar aylık ortalama 350 -400 yumurta harcayarak devam etmektedir.
Yukarıda anlatılan süreç normal ve her şeyin sağlıklı gittiği bir yaşam için geçerlidir. Ancak kız çocuğun birtakım hastalıklar geçirmesi, ilaçlar kullanması, sağlıksız beslenmesi, stresli bir yaşamının olması ve genetik olarak da normalden az yumurta ile doğması gibi durumlarda bu yumurta rezervi çok daha fakir olacaktır.
Yumurta rezervi ve gebelik ilişkisi
Kız bebeklerin doğumla birlikte getirdikleri ve onların üreme yetilerini belirleyen yumurtalar, yumurtalıkların içinde follikül denen içi sıvı ile dolu küçük boşluklarda saklanmaktadırlar. Kız çocukları ergenliğe girdiklerinde, doğurganlık çağına da girmiş olur ve aylık adet döngüleri başlar. Bu şekilde her ay adet sırasında yumurtalıkta bir tane yumurta gelişir. Çok sık olmasa da birden çok sayıda yumurta da olabilir. Eğer gelişen bu yumurta erkekten gelen sperm hücresi ile birleşirse, yani bu yumurtlama döneminde korumasız cinsel ilişki yaşanırsa ve sperm yumurtayı döllerse gebelik oluşur.
Normal sağlık koşullarına sahip olan bir kadının gebe kalabilme şansı aslında 22 – 30 yaşları civarındadır. Bu gebe kalabilme oranı yaşla birlikte azalır ve hatta 35 yaşından itibaren bu azalma çok daha fazla hızlanır, 40 yaşını geçtikten sonra da neredeyse imkansız denecek kadar azalır.
40 yaşına kadar hiç gebe kalmamış kadınlarda, 40 yaşından sonra gebelik elde etmek çok zorken, daha önceden çocuk sahibi olmuş kadınlarda bile gebe kalabilme 45 yaşından sonra neredeyse olanaksız hale gelir. Elbette ki, her konuda olduğu gibi üreme yetisi konusunda da kişisel farklılıklar oldukça önemli rol oynar, ancak genel olarak 45 yaşından sonra tüp bebek tedavisi yapılsa bile gebelik olasılığı % 5’in altındadır.
Kadınlarda yumurtalık rezervinin azalması ve dolayısıyla üreme fonksiyonunun kaybedilmesi sorunu menopoz ile aynı anlama gelmez. Bazı vakalarda kadın adet görebilir, ancak anne olma şansı azalmış olabilir. Bu sebeple de bazı kadınların yaşadığı; adet olduğu halde gebe kalamama sorunu bu tür bir fizyolojiden kaynaklanmaktadır.
Yumurta rezervinin belirlenmesinde genetik faktörler önemli rol oynar!
Bir kadının yumurta rezervinin zenginliği ya da fakirliği pek çok farklı etkenden kaynaklanabilmektedir. Bu etkenler arasında en önemlilerden birisi olarak genetik özellikler bulunmaktadır. Bu bağlamda ailesindeki kadınlarda erken menopoz öyküsü olan kadınların yumurta rezervi bitmeden gebe kalmak konusunda özellikle daha dikkatli olmaları gerekir. Zira yumurta rezervi genetik özelliklerden etkilendiği için bu kadınlarda yumurtalık kapasitesi daha erken tükenir ve beklenenden çok daha önceki yaşlarda üreme yetisi kaybedilebilir.
Kadınlarda genetik özelliklere bağlı olarak belirlenen menopoz yaşından yaklaşık 5 -10 yıl öncesinde çocuk sahibi olmada sorunlar ve gecikmeler ortaya çıkabiliyor. Örneğin genetik özellikleri değerlendirildiğinde 40 yaşında menopoza girecek olan bir kadın 30 yaşından itibaren doğal yolla gebelik elde etmekte zorlanmaya başlayabilir. Bu sebeple de özellikle annesinde, teyzesinde, kız kardeşinde ve yakın kadın akrabalarında erken yaşta adetten kesilme, erken menopoz vakaları olan kadınların anne olmayı ertelememeleri önem arz ediyor.
Yumurtalık rezervinin azalmasının önemli göstergeleri
Kadının yumurtalık rezervi, yumurtalıklarda follikülogenez olarak da bilinen yumurta gelişimi ve steroid hormon üretimi fonksiyonunu yerine getirecek folliküllerin sayı, kalite ve yeterliliğini anlatmak için kullanılan bir ifadedir. Kadının yumurtalık rezervinin durumu, onun gebe kalabilme yeterliliği ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Kadınlarda doğurganlık genellikle menopozla birebir ilişkilendirilse de, genellikle yumurta rezervi menopoza girmeye 10 yıl kala azalmaya başlar ve bu süreç 37 yaşından menopoza kadar giderek hızlanarak devam eder. İşte bu şekilde yumurtalık rezervindeki azalmanın iki önemli kolu bulunmaktadır:
- Yumurta rezervinin azalma süreci kişiden kişiye göre çok değişken özellikler gösterebilir. Zira bazı kadınlar 30’lu yaşların başlangıcında gebelik yetisini önemli ölçüde kaybederken, bazıları ise 40’lı yaşların ortasında gebe kalıp doğum yapabilirler. Yani yumurtalık rezervi kesinlikle kişisel özellikler taşır.
- Menopoza girişin tansı, adet düzeninin bozulması ya da ateş basması, terleme gibi şikayetlere dayanılarak yapılabilirken, yumurtalık yaşlanmasının ya da rezervlerin bitmesinin tanısı bu belirtilerle yapılmaz. Kadında bu şikayetlerin ortaya çıktığı zamandan yıllar öncesinde yumurtalıklar işlevlerini kaybetmeye başlamıştır. Ancak yine de adet döngüsünde kısalma, adet kanının azalması gibi değişiklikler ortaya çıkmaya başlaması da yumurtalık rezervinin azalması veya erken menopozla ilişkili olabileceği için vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.
Yumurtalık rezervini etkileyen faktörler nelerdir?
- Sigara kullanmak,
- Kanser hastalıklarının tedavisinde kullanılan ilaçlar, kemoterapi, radyoterapi ya da ışın tedavisi,
- Anne, teyze, kız kardeşte erken menopoz görülmesi gibi genetik yatkınlık,
- Biyolojik yaş
Yumurtalık rezervi konusunda biyolojik yaş, kronolojik yaştan daha önemlidir. Zira bazı kadınlar 30’lu yaşlarında yumurta rezervini tüketmiş olurken, bazıları 40’lı yaşlarda herhangi bir tedaviye ihtiyaç duymadan gebe kalabilmekteler. Bu tür bir durumda da biyolojik yaşın önem ortaya çıkıyor. Bu bağlamda özellikle yardımcı üreme teknikleri ile tedaviye başlamadan önce kadının yumurtalık rezervi hakkında fikir sahibi olunması gerekir. Kadının yumurtalık rezervi düşükse, genç yaşta olsa bile gebelik olasılığı düşer.
Yumurtalık rezervi nasıl değerlendirilir?
Kadının gebe kalabilme kapasitesini gösteren yumurtalık rezervinin değerlendirilmesi için birkaç farklı yöntem uygulanmaktadır. Adet döngüsünün ilk yarısı olan erken foliküler fazda yapılan ultrason muayenesi ile yumurtalıklardaki antral foliküller sayılır, yumurtalık boyutları ölçülür. Bu şekilde hızlı, güvenilir ve kolay bir değerlendirme yapılabilir.
Yumurta rezervini değerlendirmenin bir başka yolu olarak; adetin 2 -3. günü kanda bakılacak basal serum FSH ve basal estradiol değeri bilinmektedir. FSH, yani folikül uyarıcı hormon ölçümü, kadınların kısırlık tedavilerine nasıl cevap verdiğini değerlendirmede etkili olan, gebelik elde etme oranlarıyla uyum gösteren, yumurtalık rezervini de doğru bir şekilde ortaya koyabilen bir testtir. Bununla birlikte adetin 2- 3. günü bakılan estradiol değerinin 80 pg/ ml nin üzerinde saptanması da yumurtalık rezervinin belirlenmesinde çok önemlidir.
Bir başka yol olarak; Anti-Müllerian Hormon (AMH), yumurtalık rezervini belirlemede önem arz ediyor. AMH folliküllerdeki granülosa hücrelerinden salgılanmakta, ergenliğe girişle birlikte kanda yükselmeye başlamaktadır. AMH üreme dönemi boyunca yavaş yavaş düşer ve menopoza girdikten sonra kanda çok az miktarda bulunur. Günümüzde AMH sayesinde adet gününe bağımlı olmadan yumurtalık rezervi güvenilir bir şekilde ölçülebilmektedir.
İlerleyen yaş, yumurtalık rezervini azaltmaktadır!
Yukarıda da altı çizildiği üzere, kadının yaşı ilerledikçe yumurtalık rezervi azalarak, gebe kalabilme şansı düşüyor. Kadınlarda kısırlığın son yıllarda çok daha hızlı bir şekilde yaygınlaşma sebeplerinin başında da bu ileri yaş geliyor. Zira modern yaşam içinde yükseköğrenim gören, eğitim hayatı bittikten sonra işinde kariyer yapmak isteyen ve iş hayatına etkin rol oynayan kadın için anne olmak çok daha ileri tarihlere ertelenebilmektedir. Bundan dolayı da hem yumurtalık rezervi azalmış hem de üreme yetisini düşürecek diğer faktörler ortaya çıkmış oluyor.
İlerleyen yaşın gebelik için oluşturduğu en önemli engel yumurtalık rezervinin azalmasıdır. İleri yaştaki kadınlarda hem yumurta sayısı az hem de yumurtaların kalitesinde kötü oluyor. Normal olarak belirli bir yumurta sayısı ile doğan ve yeniden üretimi mümkün olmadığından üreme dönemi boyunca kadın bunları tüketiyor. Yaşın ilerlemesi ile birlikte rezervin azalması doğal olmakla birlikte, beklenen süreden daha önce yumurtaların tükendiği vakalar da ortaya çıkabiliyor. İşte bu sebeple de kadınların yumurtalık rezervinin belirlendiği testleri yaptırması önemli ve hatta gebeliği ileri bir yaşa ertelemeyi düşünenler için bu bir zorunluluktur. Eğer yumurta rezervinin değerlendirildiği testlerde bir problem görülürse vakit kaybetmeden yumurta dondurma ya da tüp bebek tedavisi yapmak önerilir.
Yumurtalık rezervinin erken azalmasına sebep olabilecek sağlık sorunları nelerdir?
- Endometriosis (çikolata kisti)
Çikolata kisti adıyla bilinen endometriozis sorunu, kadının rahim içi dokusunun rahim dışındaki bir alanda oluşması ve adet dönemlerinde bu alanda kanamalar olmasıdır. Bu sorundan kaynaklı olan gebe kalamama ya da oluşan gebeliğin tutunamaması, yapışıklıklar gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Çikolata kistleri değişik faktörler üzerinden kadının yumurtalık rezervini ve gebe kalma kapasitesini olumsuz etkileyebilir.
- Radyoterapi ve kemoterapi
Çeşitli kanser türlerinin tedavisinde kullanılan kemoterapi ve radyoterapi hücre öldürücü özelliği sebebiyle yumurtalık rezervinin de azalmasına sebep olabilir. Bu bağlamda özellikle de gençlik döneminde yaşanan kanserlerin tedavi edilebilir hale gelmiş olması durumu kadının üreme ile ilgili sorunları daha sık olarak yaşamasına neden olabilir.
- Daha önceden geçirilmiş yumurtalık ameliyatları
Yumurtalıkla ilgili tüm cerrahi operasyonlar, kadının yumurtalık kapasitesine zarar verir. Özellikle de yumurtalıktan kist alınması işlemi ne kadar dikkatli yapılırsa yapılsın yumurta sayısını azaltır ve rezerv düşer. Aynı bağlamda çikolata kistlerinin alınması o taraftaki yumurtalık kapasitesini azaltmaktadır. Bu tür cerrahi işlemler mutlaka tecrübeli bir operatör tarafından yapılıdır.